30 Haziran 2013 Pazar

YÜKLENDİKÇE YÜKLENDİM SEVGİMİ!...‏ "BEN OLSAYDIM ÖYLE DEMEZDİM!"...ELVAN GÜNAY/1989....

YÜKLENDİKÇE YÜKLENDİM SEVGİMİ!...‏
"BEN OLSAYDIM ÖYLE DEMEZDİM!"...ELVAN GÜNAY/1989....

yüklendikçe yüklendim sevgimi, artarak devam ediyordu ruh katmanlarım.altüst oluşlar yaşıyordum..."beraber olacağım insana özel sevgi duymalıyım!."genç kızlık romantizmi diye geçirdim içim
den.'özel'....özelimiz olmamıştı ki.peki bu kız ne demek istiyordu neden açmıyordu sevgi konusundaki düşüncelerini.nasıl bir özel,özellik!?..nasıl ne zaman oluşacaktı bu 'özel sevgi'!?...zamansızlık kıskacı içineydik,okul,kültürel faaliyetler,ev,dersler...bana hiçbir şey kalmıyordu.zorunlu olarak mektuplar..mektuplar....ve o hızla yazmaya karar verdiğim mücadele gün
lük ve anılar.durmadan yazıyordum bir rotatif gibi çalışıyordum.mektup sayfalarında dindiriyordum acılarımı,özlemlerimi!..farkındaydı o da,"zaman yaratmak için nelere katlanıyorum biliyormusun
gelirken düştüm!.."...küçük bir kız çocuğunun nazlanmasıydı anlatımı.iş yerinde konuşmanın,tartışmanın özlem gidermenin beraber olmanın imkanı yoktu zaten.sadece birbirimizi görüyor biraz
havadan sudan konuşuyor,mektup alışverişi yapıyorduk ayaküstü o kadar.gülünç olduğu kadar komikti.bazı günler,"mektup yazmasaydınız görürdünüz siz!.."diye sitem ederdi bana!..içeriye girmeden önce 'mektupla eğitim'i bitirmiştim,hapihanede ise tek dışarıya bağımız kitaplar,iddaname,gazeteler,mektuplardı...dışarı çıktığımda kız arkadaşımdan aynı şehirde aynı yakada oturma
mıza rağmen mektuplaşacağımı rüyamda görsem,tanrı buyruğu ile bana iletilse inanmazdım.ortaçağ aşkı yaşıyorduk,mühkem kalede babası tarafından cezalandırılan prenses ve ben beyaz atlı
prens!(!)..onlar kuş kanadında biz ise yirminci yüzyılda elden mektuplaşıyorduk.rekorlar kitabına bu espiri anlamında girebilirdik herhalde.o günlerde internet olmasına rağmen bu günkü kadar
yaygın ve kullanılır durumda değildi.henüz o günlerde bu salgın hastalık yayılmamıştı.eğer o günlerde internet bu denli yaygın olsaydı vay halimize.birbirimizi görmemize dahi gerek yoktu.karar
verip kazara evlenme kararı alsak mail,görüntü üzerinden profil resmimizin üzerinden elektronik imza ile evlenirdik galiba!...)))).düşündükçe kahkahalarla gülmek geliyor içimden.o günlerde kız
arkadaşın var mı sorusuna ıkına sıkına sadece kafa sallamakla cevap veriyordum.görünürde yoktu ki kızcağız!..darülaceze'de veya çocuk esirgeme kurumunda veya yetimhanede kalıyordu san
ki!(!)...bu durumu bazen anlayışla bazen de kızgın bir anıma denk geldiğinde ti geçiyordum onunla.kıskanıyordum;okulunu,dil kurslarını,tiyatro,sinema,klasik konser izlencelerini.kıskanıyordum
onlara harcadığı zamanı...."yine benimle ti geçmişsiniz,kültürel faaliyetlerim,doğum günü kutlamalarımla.anlamadığımı zannetmeyin!.."diyerek tatlı tatlı eleştiridi beni.çok güzeldi çok!...saçlarını
arkaya toplar,o güzel geniş alnı çıkardı ortaya.oval yüzü buğday teni,iri güzel gözleri tamamlardı onları...küçük burnu.pembe göz farı,pembe rujlu dudakları,beyaz küçük elleri,pembe ojeli par
makları...ten rengi ile makyajı uyum içinde olurdu.üzerinde gömlek giymişse o gün yakası mutlaka kalkıktı ve ön bir iki göğüs düğmesi açık olurdu.kot pantolon giyerdi çoğu kez.genç kız vücu
dunun biçimli hatları güzel fiziği çıkardı ortaya!.."beni o denli incelemişsiniz ki,size gelirken elim ayağıma dolaşıyor doğallığımı kaybettireceksiniz bana!."... ...gözlem gücümden sonra anlatım gücüm devreye girmiş ve bu tanımlamalarım çok hoşuna gitmiiş olmalı ki,"beni çok güzel tam istediğim biçimde anlatmışsınız teşekkürler!.."diyecekti neredeyse.öncelikle çok güzel bir yazısı ve
imla bilgisi dilbilgisi yazım kuralları disiplini vardı.ailenin tek kızıydı ve üstüne üstlük öğretmendi annesi.daha ne olsundu,benim yazdıklarım onun yanında iptidai kalıyordu.evet,benimde okul dö
nemlerinde yazmaya,şiire,öykü yazmaya eğilimim vardı ama naifti bu kızın yazdıkları karşısında esamesi dahi okunmazdı.ne gariptir ilk ödülümü lisede cengiz aytmotov'un 'kopar zincirlerini gül
sarı'romanı ikincilik ödülü olarak bana verilmişti.evet,zincir,zincirler!..mücadele,hapishane,baskı günleri!...bizim sakallının o meşhur sözü,"bütün dünya işçileri birleşiniz!.zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok!.."...yaşamımın zincirli halkası o gün orada başlamıştı benim haberim olmadan!(!)...nereden bilecektim,dışarı çıktığımda sevgilimle mektuplaşacağımı!?.özellikle ha
pishanede mektup beklemek,üstüne üstlük mamak'ta çok farklı bir duyguydu.sevdiğimi dışarıda bırakmışım gibi şu dizeleri yazmıştım,"sen günlük güneşlik caddelerde kaldın/ben ampul neon
ışıklarıyla/inan hiç sönmedi, gün ışığı girmedi koğuşa/...gerçekten hangardan bozma,alt alta üst üste üstelik faşistlerle beraber güneşsiz,gün ışığı girmeyen,sigara dumanından yer altı mağra
larını andıran bu izbe koğuşta düşmanla göz göze yatmak!..zaman zaman yüzelli ikiyüz kişi oluyorduk.faşistler bizim üçte bir sayımız kadardılar!(!)..inanmazsınız belki ama,büyük çamaşır leğen
leriyle salata yapardık!(!)...bir gün arkadaşlar yaş pasta yaptılar bisküviden ve üzerine yaz günüydü galiba kiraz koydular süs olarak.ödüllendiriyor moral veriyorduk bu tür becerilerimizle.fa
şistler ise bizi dört gözle seyrediyorlardı, nasıl yaptığımızı, nasıl hangi tür malzeme kullandığımızı izliyorlard,ı hem istihbarat olarak hem meraktan nasıl yapıldığını öğrenmek için.ertesi gün onlar
da kantinden bizim kullandığımız malzemeleri ısmarladılar ve yapmaya başladılar seyir sırası bizdeydi onların yaptıklarını seyrederken onlardan daha heycanlıydık.berbat bir şey yaptılar,biçim
olarak evet pastaya benziyordu ama,karşıdan dahi bu yenmez rezalet olmuş deditecek havadaydı yaptıkları.nihayet bitti onlarda heycanlanmışlardı bizim gibi.bir de ne görelim pastanın üze
rine zeytin tanelerini dizmeye başlamasınlar mı!...))).bizimkiler yönlerini dönerek onlara gülündüğü anlaşılmasın diye kahkahalarla gülmeye başladık!..bizim pasta üzerine koyduğumuz kirazlar
uzaktan siyahımsı görünmüş ve zeytine benzetilmişti!(!)...başka bir koğuşta ise,havalandırmaya çıkarılırken asker üstü kapalı bir kap bulur ve raci tetik'e haber verirler.tepsinin üzerinden ga
zete kağıdı kaldırıldığında kızartılmak üzere köfte yapıldığı anlaşılır.raci o sinirle bizim kıdemliye,"ulan ibneler!..ben size ne zaman et verdim ki siz köfte yapıyorsunuz açıkla lan!"der...kıdemli
arkadaşta gayet sakin yemek artıklarından kalan nohut,fasulye ve kıyma kırıntılarını ekmek içiyle yoğurarak bu köfteleri yaptıklarını söyler.mantıklıdır ve içinden ikna olsa bile itiraz eder,"lan
benim verdiğim ve kantin dışında yiyeceklerin yasak olduğunu bilmiyormusun!?..peki,nasıl nerede kızartacaktınız bunu!?.."..yine bizim kıdemli,kalorifer petekleri arasında kızartıyoruz cevabı
üzerine iyice dellenen raci,askerleri ve gardiyanları çağırarak,"bakın ulan!..gözünüzü dört açın bu ibneler am bile yapar burada!."diye hiddetlenerek hızla uzaklaşır.  .uzaklaşmak,yakın ama
uzak yaşamak!..mektuplarla,onun bulduğu bir metod olan akşamları telefon zilini bir defa çaldırrarak selamlaşmalar!(!)....mamak'ın o çıldırtıcı ortamından pek farkı yoktu yaşadıkları(mız)ın!..
ben niye tahliye olmuştum ki!?..mektupsa oarayada geliyordu,telefonsa(bir ara görüş kabinlerinde telefonla görüşüyorduk)görüş günü teleofonla yakınlarımızla görüşüyorduk zaten!(!).tanış
mak için mi çıktım bu kızla hapishaneden!?...çıldıracaktım gerçekten.ne olacktı bu işin sonu!?..kukumav kuşu gibi düşünmeye söylenmeye başladım gün gün!..ve kızın yazdığına iddaa ettiği
ne göre harika uçuk mektuplar yazıyordum,yazıyormuşum!(!).."okuduğum kitapların tasvir bölümlerini okumadan atlayan ben,sizin anılarınızda anlatımlarınızı zevkle okudum dolaşmış gibi ol
dum oraları.teşekkürler!.."..bu değerlendirmeler bebni göklere uçuruyor beraber olamamanın özlemiyle paylaşamamanın,konuşamamanın hararetiyle buharlaşıyordum.kime anlatacaktım ki der
dimi,kim anlardı beni,kim inanırdı bana!?..."get lan!.. olurmu böyle saçma bir şey oğlum!.. sen nerede yaşıyorsun?,yoksa dalga mı geçiyorsun veya mamak rüyası olmasın sakın!?.."diye dalga
geçerler diye gıkım çıkmıyordu anlatamıyordum kimsye!(!)...))).kimse tanıştırmamıştı bizi hiç kimse!..dışarıya çıktığımda askerliğimi yaptım ve özgür bir vatandaş olarak heycanla yaşama baş
ladım!(!)...))).ankara'da bir dağıtım evinde liseden sonra çalışmıştım az çok kitap dünyasını zaten yapımız gereği, bu alana yabancı olmadığım için kitabı okumayı seven birisi olarak bu işe
yatkınlığım vardı.başka ne iş yapabilirdim?..bir arkadaşımın isteği üzerine kadıköy'de bir sinemanın kitap reyonunu maaşlı olarak işletmek üzere açtım.sinemya gelen müşteriler için bu küçük
reyon bir aksesuardı zaten kar etmesi veya uzun vadeli kitap müşterisi edinmek söz konusu değildi.üstelik sinemaya olan ilgi yetersizdi ve birinci vizyon filim oynatamıyorlardı.sinema göste
riminin yanında sinema ortaklarından tiyatrocu olanı tek başına kendi sahneye koyduğu oyunu haftada iki kez veya duruma göre üç kez sahneliyordu.inatla tek kişilik oyunu oynuyordu oyun
cu.oyuncunun dışında sinema işletmesine iki kişi ortaktı ve bunlar ayak işlerini sinemanın girdisini çıktısını kontrol eden iki samimi arkadaş iki emekçiydi.iki emekçi ve bir entellektüel...çelişkili ortaklık(!)...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder