24 Ekim 2016 Pazartesi

KÜRT SORUNU ÜZERİNE...1...BELGİN AKSOY..

KÜRT SORUNU ÜZERİNE...1...BELGİN AKSOY..
 
|
13.8.2015 (Per), 11:41
KÜRT SORUNU ÜZERİNE!..belgin aksoy..Böyle bir soruya bizim memlekette paldır küldür yanıt verecek çok insan olduğunu biliyorum. Ne de olsa birim alana düşen uzman sayısı bizde fazla (Dunning Kruger sendromu). Bir kere coğrafyaya bakmak lazım, ikincisi Kürt kavramını ne ile tanımlıyoruz ona bakmamız lazım (uzun bir yazı olacak, umarım sıkılmazsınız). Öncelikle bu coğrafyaya bakarsak kavimlerin gelip geçtiği hem kültürel hem de genetik izlerini bıraktığı bir alandır. Kürt kimdir? Fiziksel tanımı var mı_? yok. Elimizde Kürt dili var ve eğer yanlış bilmiyorsam yazılı geleneği 18. yy da başlamış bir "dil". Tırnak içinde yazıyorum çünkü benim bildiğim Kürtler kendi konuştukları dile KÜrtçe demezler bile, sorani vardır, kormançi vardır. Zaza ise o sepete koymanın tartışmalı olduğu bir dil. Yazılı geçmiş bu şartlar altında en elle tutulur şeydir. İki üç yüz yıllık bir yazılı geçmişe dayanarak Kürtleri çok fazla geriye götürmenin imkanı yoktur. Kürt milliyetçilerinin en sevdiği şey olayı Medlere bağlamaktır ki, bu da Sümerleri Türklere bağlamak ne kadar bilimselse o kadar bilimseldir. Şu sebeplerden dolayı:1- Med dili hakkında bildiğimiz tek şey büyük Iran dil ailesi içinde bir dil olduğudur.2- Medce grameri hakkında bir fikir verecek bütünlük taşıyan en ufak bir tekst bulunmamıştır.
3-Medcenin varlığından sadece eski persçe metinler içindeki bir takım medce olduğu düşünülen kelimelerle haberdar olduk. 
Gene de iyimser olsak bile ortada şöyle bir metodolojik yanlış vardır ki, kendi varlığını şanlı bir tarihle özel kılmaya çalışan milliyetçi bünyeler bu yanlışı çok yapar:
Medcenin varlığına işaret eden metinler İÖ 6. yy'a tarihlenir. KÜrtçenin yazılı geçmişi ise İS 18. yy. Toplarsak kaynak akışında 2400 yıllık bir boşluk vardır. Beni 1995 senesinde mosmor eden sevgili Hartmut Kühne hocamın mantığyla gidersek, Akış ve ilişki rekonstrüksiyonunun mümkün olmadığı 2400 yıllık bir kopukluğu hipotezlerle kapatamazsınız. Hele bu 2400 sene yüzlerce kavimler göçü ve dolayısıyla da kültürleşmenin gerçekleştiği topraklardaysa.Ben seminerde 400 seneyi doldurmaya çalıştığım için yerin dibine geçmiştim, 2400 seneyi doldurmaya çalışan insanların bilimsel ehliyetlerini kaale almam doğrusu. Filoloji olmadan kültürel rekonstruksiyonu yapmak mümkün değildir. Prehistorik malzeme yorumlanmasının rolüne ileride değineceğim. Filolojide devam edelim. Zira dil, bir ulus ya da etnisite tanımlarken eldeki en sağlam kriterdir. Somut örnek vermek gerekirse, Türk tarihinde mesela 8. yy'dan beri özgün yazılı bir gelenek var, ama az, ama çok, sonuçta kendi içinde bütünlük taşıyan metinler var, ve Türkçenin grameri 11. yy'da(10 da olabilir bilemedim şimdi) yazılmıştır. Elbette diller değişiyor, ama Türkçenin bir gelişim tarihini çıkarabiliyoruz, çünkü yazılı aktarımda büyük kopukluklar yok. Kürtçenin ise benim İranistik'te seminerlere gittiğim 1996 senesi itibarı ile etimolojik yahut gramer çalışması yoktu (dil öğretme kitaplarını gramer kitabı saymayız). Çünkü gramer bir dilin sistematiğidir ve henüz böyle bir sistematiği ortaya koyan çıkmadı sadece bazı yaklaşımlar var ve bunların da ucu açık ve tartışmalı. Zira 2400 yıllık bir boşluk ve klasik farsçanın diğer iran dillerine karşı ezici bir üstünlüğü var (bu farsca da aktarım kopukluğu olmadan günümüze gelmiştir) Devlet ve sistem perslerin elinde olduğu için bu kaçınılmaz bir durumdur.İranistik'te birbirine karşı iki hocanın derslerini de dinlemiştim. Bir tanesi demişti ki, Medce veKürtçede ortak olan sözcükler neticede başka İran dillerinde de var. Medcenin sadece Kürtçe ile değil başka dillerle de arasında çok sıkarsak ilişki kurabiliriz, ama bu, sadece ortak atadan gelmelerinin bir sonucudur, analitik bir ilişki kurmak için 2400 yıl çoooook uzun bir süre. Dahası benzer ilişkiyi çok zorlarsak niye İngilizce ya da Almancayla kurmayalım? Tochter, Doughter, Tuhter, Madar Mother, Mutter, Pater, Father, Vater Peder, liste böyle uzar gider.
Böyle söylediğimde çok kolay faşist damgası yiyeceğimi biliyorum ama, 300 yıldan geriye gitmeyen yazılı bir geleneğe sahip, standart grameri olmayan ve bölgesel farklılaşması bu kadar fazla olan bir vulgeratif (yani birincil amacı iletişim olan) bir dile büyük bir kültürel birikim oluşturmaya çalışmak benim bildiğim bütün bilimsel yöntemleri zorlar. (Bu konuda beni anlamak istemeyen bir öğrencime seneler önce dediğim gibi: Medler diyelim Kürt, bu senin sefil gerçekliğinde neyi değiştirir?)Şimdi gelelim olayın prehistorik tarafına. Zira şu halde yazılı geleneği bu kadar kıt bir kültürü tanımlamanın bir mümkün yolu prehistoryadır. Ama prehistorik arkeolojinin pratiği artefakt yani nesne sınıflamaktır. Nazi Almanyası felaketinden beri bildiğimiz bir şey varsa o da maddi kalıntılar bir ulus tanımlamaya yetmez. Bir seramik biçimi örneğin, bir ulusun kendini ifade etmek için yaptığı bir şey değil, yemek pişirmek için kullandığı bir şeydir. Bİr nesne bir moda olarak pekala farklı etnisiteler tarafından kullanılabilir. Mesela 5000 sene sonra dünyanın her yerinde bulunan kola kutuları bir "coca cola ulusu" yahut "coca cola devleti" tanımlamak için yeterli sebep değildir. Ama adam gibi bir arkeologsa kokakola şişeleri üzerinden bir "network" tanımlar, bir ağ, bir sistem görür. Benzerlikler değil FARKLAR önemlidir. Örneğin diğer değişkenler: Coca cola şişeleri hangi kontekstlerde karşımıza çıkıyor? Bu kontekster mimari açıdan ortak bir nokta gösteriyor mu? Coca cola ile birlikte ele geçen pizza kartonları neden Kuzey Amerikada daha çok ama Anadolu'da az. Pizza tüketimindeki bu farklılığı nasıl açıklayabiliyoruz? Demek ki Anadolu'da daha güçlü bir yerel mutfak geleneği var, bu hususta teslim olmamışlar. (Bu konuyu Roma'ya dalarak da uzatabilir, sağlam örnekler çıkarabilirim).

Bu tarihte ilk defa olan bir şey değil. Mesela Hititler de kendilerine neşili diyorlardı ama, komşuları için Hitit idiler, Almanlar kendilerine deutsch der, ama slavlar için Nemski, fransızlar için Alleman, İtalyanlar için de tedeschi dirler. Ingilizler ise yekten German deyip geçmişler. Sanırım daha kapsayıcı olan bir tabir, ancak ilk kullanan Romalılar. Romalılar tüm germen kabilelerinde benzer olan şeylere odaklanarak hepsine bu ismi vermişler. Aynı hesapla Kürt tabiri bildiğim kadarıyla Arap yazarların kullandığıkapsayıcı bir tanım: Kurd-çoğulu ekrad. Olasılıkla belirli bölgede yaşayan adetleri ve dilleri ortak bir halkı belirten bir sözcük.
Kürtleri 18.yy dan sonra oluştu demek iddialı olur, ama Kürtçenin farklı lehçelerde de olsa yazılı hale gelmesi elbette bir dönüm noktası olsa gerek.
sanırım o bölgelerde merkezi otorite ile arajman içinde yaşayan feodal beylerin varlığını kabul etmek durumundayız. Mezhep kuşkusuz önemli bir gerekçe idi, kimin Osmanı'ya kimin Safevilere bağlanacağı hususunda. Bunların dil olarak da uniter bir hale gelmeleri gerçekleşmemiş. Yazılı kültürün gecikmesiyle ilgili. Şu an aslında bir labratuvar misali bakmak lazım. Siyaseten Sorani'nin standartlaşması beklenir, ama Kurmanci konuşanların sayısı daha fazla. Zaza tartışmasını burada yapmak doğru mu bilemiyorum. Onların Kürt dil grubu ile akrabalık dereceleri bildiğim kadarıyla tartışmalı bir konu. 
Tunceli yanılmıyorsam bu toplulukların yaşadığı bir yer.
Benim bildiğim kadarıyla kapalı Kürt bölgesi tanımlamak da zor. Genelde şehir merkezlerinde Türkçe kırsalda Kürtçe dağılımı var. Bunu merkezi otorite ile açıklasak bile, bir de sürülen Türkmeneler olmuş Kürt bölgelerine. Bir kaç kuşak sonrasında Kürtleşiyor haliyle. Bunları ayırdetmesi kolay, eğer şafi değil de hanefiyseler genelde bir yörüklük oluyor kökende. Karışık işler, bana göre Anadolu öyle mozaik falan değil, bildiğin içinde türlü pişen bir tencere:)

Ben aslında bir kültür tarihçisi olarak bazı değerlendirmeleri yapacak yetkinlikteyim ancak gerçek anlamda bir filolog /indogermanist değilim. gene de haddim olmayarak şu uzun metni sizinle paylaşmak isterim, umarım baymıyorumdur:Yazdıklarım ne kadar açık bilemiyorum. Ama meselenin özünde her hangi bir kültür varlığına a, b ya da c milliyetinindir şeklinde keskin bir cevap verememekle ilgilidir. Yaşam tarzlarındaki belli bir devamlılıktan belki.
Türkmenlere gelene kadar bu topraklara o kadar çok değişik kavim geldi ve kaldı ki bunları çözümlemek imkansızdır. Bazı şeyler kim gelirse gelsin kalır. Gidip Yazılıkaya Hitit tanrı kabartmalarına bakarsanız, kadınlarda kılık ve kıyafetin aslında yakın zamana kadar ninelerde de gördüğümüz kıyafetler olduğunu görürsünüz. Halkın batıl inançlarının arkasında sadece Şamanizm değil aynı zamanda Anadolu'nun eski pagan dinleri yatar. Bu geçmişe her hangi bir milliyetin adını vermeye çalışmayı ben kendi adıma art niyetli buluyorum.
Pek üstünde durulmayan, bizim ülkemizde siyaseten pek tercih edilemeyen genetik arkeoloji dediğimiz bir şey vardır. Buna göre genetikten yola çıkarak bir topluluğun ne zamandır bir yerde olduğunu, yahut hangi bölgelerden göç aldığını kestirmek mümkündür.
Bu konuda henüz resmi bir rapor okumadım o neden le söyleyeceklerim nihai değil. Ancak mesela Anadolu'da dünya ortalamasının çok üzerinde bir çeşitliliğe (yanlış değilsem 20 nin üzerinde köken bölgesi tanımlanabilmiş) sahip genetik yapı olduğundan söz ediliyor. Belli bir standarttan söz etmek mümkün değil. Mesela Karadeniz'in iki yakası arasında bir benzerlik var, aynı şekilde egenin iki yakası arasında da. Rivayet olunur ki, bu konuda en çok çalışmış olan Amerikalılar, bu genetik çeşitlilikten dolayı bizi yok edebilecek bir biyolojik silah olamayacağına hükmetmiş, bu tabii magazin tarafı da olabilir işin.
Bir diğer mevzuu ise Orta Asya ile ilişkiler. Genetik bize, bizim Orta Asya ile ilişkilerimizin çok yoğun olmadığını söylüyor. Yani Anadolu'da yaşanan bir "kültürleşme" sürecidir. Türk etnisitesi değil Türk dili gelmiştir. Bunun da tarihi koşullarına bakarsak bu bölgede 8 yy’ dan beri zaten büyük bir otorite ve alt yapı boşluğu vardı. Sebep özellikle Arap akınları. 11. yy da Anadolu’ya gelen Oğuzların, bir başka değişle, “medeniyet bilmez” bu atlı göçebelerin dili inanılmaz bir hızla tarihin en önemli kültür taşıyıcısı dillerinden biri olan Yunancayı iç bölgelerde ötelemeyi başardı. Çünkü Selçuklular küçümsenemeyecek ölçüde hizmet ve güvenlik götürüyorlardı. Demografik olarak büyük bir yenileşme yok. Sadece oraya buraya dağılan Türkmenler varPek itiraf edilmez ama, Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’ya giren Türkmen sayısı azdı. Bazı tarihçiler 11. yy’da 1 milyona kadar ulaşan rakamları yazar çizerler ama, bunlar olaya biz arkeologlar gibi bakmaz. Bir milyon kişinin bir yerlerden kalkıp başka bir yere gittiğini söyleyebilmeniz için geldikleri yerlere bakmalısınız. O yerler boşalmış mı? Bir milyon Türk beraberinde 10 milyon keçi getirmiş olsa bu pek çok yer için büyük bir felaket anlamına gelir. Anadolu’nun o tarihte boş olduğunu söyleyenler, boş derken aslında devletin (Bizans’ın) içinde bulunduğu krizden yola çıkarlar. 
Ancak biz gayet iyi biliyoruz ki idari sistemin krizi halkı ortadan kaldırmaz. Karanlık çağ diye bir şey yoktur zira; sadece yaşam tarzında kırılmalar yaşanır. Protohistorik dönemlerden bunu çok iyi biliyoruz. Kriz zamanlarında kentler boşalır, ülkeler değil. Bu en eski stratejilerden birisidir. Mesela 2001 krizinde de Istanbul’dan bir geriye dönüş yaşandığı hepimizin hafızalarında. “Back to the basics” der Anglosaksonlar. Yani temele, öze dönüş. Anadolu halkı için de kırsalıdır basic olan, bugün dahi. Tarihi devirleri inceleyenlerin en büyük metodolojik yanlışı, bu süreci bilmemeleri, görmemeleridir; sadece yazılı kaynaklar ve siyasi tarih üzerinden çıkarım yapmalarıdır. Siyaset oysa sıradan insanların yaşamında bir rol oynamazyani Malazgirt’te Türklerle Bizanslıların tepişmesi, Erzurum’un yaylasındaki bir çobanın hayatında çok fazla bir şey değiştiremez.
Bugün Karadeniz hariç Anadolu’nun tarihi kentlerinin tümünde bir Selçuklu hanı, külliyesi camii vardır. Bunlar insanlara hizmet ve güvenlik sunan birimlerdi. Selçukluların kurduğu ticari yollar, han ve kervansaraylar belli bir kalkınmayı getirdi ve bu atlı göçebe, ancak öncesinde İran topraklarında bir nebze kent kültür tanımış toplulukların burada kalıcı olmasına ve fethettikleri bu topraklarda fethedilmelerine sebep olmuştur. Bu arada çok önemli bir tarihsel olay da cereyan eder. Moğolların batıya doğru yürüyüşü Horasan ve İran’dan pek çok insanın (en ünlü mülteci Mevlana ve ailesidir) Anadolu’ya gelmesine sebep olur. 
Kösedağ Savaşı ile Moğollara hepten teslim bayrağı çekilir. Ancak Moğol ordusunu sırf Moğolların oluşturduğunu düşünmek yanlış. Avrasya steplerinde önlerine kattıkları ne kadar halk varsa (muhtelif, “Aryen” topluluklar, Slavlar vs) hepsi bu orduda temsil ediliyordu. Bunların yarısı bile Anadolu’da spermlerini saçsa genetik haritanın nasıl şekillenmiş olabileceğini tahmin etmek zorTabii bir de Haçlılar peyde olur o zamanlarda. Aynı şey onlar için de mümkün, hatta bunlar kadınsız geldikleri için spermlerini saçma konusunda muhtemelen daha büyük bir motivasyon içindeydiler. Sulandırdığımı düşünebilirsiniz, ama devletlerin değil, insanların tarihini yazacaksak bu detayları görmezden gelemeyiz.
Maksadım tarih dersi vermek değil, sadece insanların neye neden inandıklarını açıklama zorunluluğu vardır. Bana göre Anadolu içinde türlü pişirilen bir tencereden farksızdır. Kürtlerin/Türklerin büyük bir tarihi yoktur, Anadolu’nun renkli bir tarihi vardır. Pek aşikar ki biz ne Türklüğü ne de Kürtlüğü genetik ile tanımlayabiliyoruz. Hiçbir şekilde doğuştan aldığımız özellikler bizi özel kılmaz. Ancak kendi tercihlerimizle özel olmayı hak ederiz. Sorulması gereken Kürt mü, Türk mü olduğumuz değil, gerçekten kendimizi bu topraklara ait hissediyor muyuz, budur. Gerçekten bu topraklarda bir beraber yaşama arzumuz var mı?
Kürt milliyetçiliğini Türk milliyetçiliğinin panzehiri olarak görenler çok büyük bir yanlış içindeler. Kürt milliyetçiliğine ilerici demokrat bir anlam yükleyip, tersi değerleri Türk milliyetçiliğine yıkmak bana göre belden aşağı vurmaktır. Dahası Türk milliyetçiliğinin de ilerici değerlendirilebileceği bir dönem geçmişte olmuştu. . Ama o devirlerde kalmadığımız da ortada. “Political correctness” denen herze yüzünden , aydınların suskunluk içinde olduğunu düşünüyorum. Tarihsel sebeplerden dolayı eğer Türkçe dominant dil olmuşsa bu yüzden kendimi üstün hissetmem, ama kültürünün ezildiğini düşünen hiç kimseye de özür borcum yoktur.
Kürtçenin yazılı hale gelmemesinin sebepleri vardır. Yazı bilgi saklamak ve aktarmakla ilgili bir şeydir. Demek ki bu insanların tarihlerinde bilgi ile geliştirdikleri ilişki biçimi bunu gerekli kılmamış. Yazılı forma geçemedikleri için de bir kültür dili değil, yerel bir dil olarak kalmışlar. Bunu Kürtlerin kendi devletlerinin olmayışı ile açıklamak eksik ve yetersizdir.Buradan eklemek istediğim son şeye gelirsek. Neden devlet kurmamış olmak? Tarihte Yunan kültürüne bakacak olursak, Yunan halkı bin yılı aşan tarihi boyunca hep bir imparatorluğun içinde oldu. Hellenistik çağ bir istisnadır, orada dahi ulusal bir Yunan devleti yoktur. Daima Roma'nın eyaleti olmuştur. Bizans ise bir Yunan devleti değil, Roma İmparatorluğu'nun doğuda aldığı biçimdir ve asla kendisini Bizans Devleti olarak tanımlamamışlardır, bürün Bizans İmparatorları Roma Ceaser'ı olarak bilinirler.Ancak Yunan dili bu iki bin yılı bulan süre içerisinde en önemli kültür taşıyıcısı olmuştur. Incil'in dünyasında bir lingua franca'dır; Yunanca sayesinde İsa ve Paulus'un öğretileri bütün Akdeniz'i sarıp sarmalamıştır. Öncesinde bütün bir pagan bilgisi, felsefe ve bilim Yunan dilinde üretilmiştir. Demem o ki, bir devletin dili olmak, belli bir alt yapıyı hazırlar, ama bir dilin kültür dili olması için yeterli bir koşul değildir. Devlete sahip olmamak mesele değildir, mesele bir dili konuşan insanların entelektüel kaygılara sahip olup olmadığı meselesidir. Bir öğrencim bana neden Kürtçe ikinc dili olmasın Türkiye'nin demişti bir defa. "Sence o zaman ben hangi nedenle Kürtçe öğrenme arzusu duyabilirim?" diye sormuştum. Kebapçıda sipariş vermek için mi? Ya da Doğu Anadolu'daki muhteşem iş imkanlarından faydalanmak için mi? Ya da Kürtçe üretilmiş bir bilgiye ulaşmak için mi? Bir Kürt edebiyatını takip edip onun gelişmesini sağlayacak bir eğitimli sınıf oluşmuş mudur? Kürt edebiyatı hangi alemde? BDP millet vekillerinin THY uçaklarında Kürtçe anons istemeleri bana doğrusu gülünç gelmişti. Rüştünü ıspat etmeye çalışan ergen çocuklar gibi davranıyorlar, ancak yaşamla ilgili temel mevzuunun ne olduğunu anlamaktan uzaklar. Zira mesele THY uçaklarında Kürtçe anons olması değil, Kürtlerin kaçta kaçının THY uçağından bilet alabilecek durumda olduğu meselesidir.Bence anons da olsun, olmasın demem, radyo da olsun, televizyon da olsun.Ama kendi burjuva sınıfını yaratıp mevcut sisteme eklemlenecek bir oluşumun içindeler. Yapılan şey bu mücadelede devrimci refleksleri lehine kullanmaktan başka bir şey değil. Sonrasında, sanırım sizinle bu konuda hem fikir olmamız mümkün-, kendi içindeki ezilmişlere sırtını dönen bir sınıf oluşacak.
seyfettin ülger:..filmin ikinci yarısını izledim aynı hazla.olayı anadolu'ya çok güzel bağlamışsınız.sosyal bilimlerin izlediği yol ile siyaset sosyolojisi veya siyaset ideolojisinin izlediği yol ve stratejiler açıklamalar yol/yöntem açısından çok farklı.çünkü sosyal bilimler 'ideolojik' teorik bir amaç ve yan tutmazlar 'gerçek'leri ortaya çıkarırlar,pozıtiv bilimler,siyaset sosyolojisi ve bunu ideolojiye dönüştüren teorisyenler bu gerçekleri alarak veya bu gerçeklerden yararlanarak kendi siyasi savunularına dayanak yaparlar.sizin açıklamalarınız gayet açık ve duru,öyle baymak ne demek ben sizin yazdıklarınızı okurken bilimsel anlamda mest oluyorum.ama şöyle bir 'sorun'var,sizin yazdıklarınızı benim vitrinime alırken kan uyuşmazlıkları eğri büğrü duruşlar oturmamışlıklar oluyor.çünkü biz siyaset sosyolojisi/toplumsal katmanların tarihi süreç içinde yerlerini yerli yerine koyarken kullandığımız metodlar çok farklı.bu farklılıkları burada anlatmak hem sizin açınızdan hem benim açımdan çok zor.sadece bu tür yazışmalarda kanuşup tartışma imkanımız var.bir anlamda iki farklı dünyanın iki düşünen/yazan ayrıştıran insanlarız ve elimizde farklı yöntem araçlar bunlarla yaşamı yorumlamaya açıklamaya çalışıyoruz.bu anlamda sizden öğreneceklerim oldukça farklı.bu anlamda kendimi şanslı hissediyorum.siz tartışmalarımızın başında bu konulara değinmiştiniz anımsasanız.osmanlı dönemi,şeyh bedrettin ve diğer konularda neden ilgisiz kalındığı türden sorular sormuştunuz çok haklı olarak.işte o sorularınızın cevabı benim onlar adına soruyorum size.sizde erinmeden onca işinizin arasından çok kapsamlı özlü tarihi/sosyal/kültürel/siyasi/dil anlamında yaşamın parçalarını bir araya getirip kronolojik bir sıra ve bilimsel bilgi disiplini içinde aktarıyorsunuz olayı ciddiye alıyorsunuz mütevazi bir biçimde bilgilenme bilgi dağarcığınızı benimle paylaşıyorsunuz.ben bu anlamda sizin yanınızda 'çırak' dahi olamam(!)...sorduğum soruların maddi yanları da yok!..yani akademik bir formasyondan geçmediğim için tek yanlı biçimde algılaadığım anlamda soru soruyorum.onun için bu cahilane davranışlarımı affedin.inanırmısınız hayalimdeki içimde kalan bu konuları bir gün sizinle paylaşacağım tartışacağım aklıma gelse gülerdim.istediklerim oluyor,bunda doğaüstü bir durum varmı yokmu bilmiyorum ama kendimi şanslı hissediyorum ve çok mutluyum!..teşekkürler!...Evet!..Yunan dili anlattığınız gibi dünya medeniyet ve uygarlığın taşıyıcısı oldular ama güçlü bir devlet olamadılar.18 yzy.devlet olabildiler.bu konuda sayfada bir yazı yazmıştım okumusmuydumuz? neden yunanlılar onca medeniyet ve kultur taşıyıcısı olmalarına rağmen reform/rönesans Avrupa'da gerçekleşmiştir?.bunun nedeni olarak Akdeniz/Ege'den bugünkü bulundukları coğrafyaya göç etmeleri göçerlikleri kendilerini taşımak,'kultur/sanat'i oralarda bırakmalarına yol açmıştır görüşü ile bir açıklama var.bu açıklama sosyal bilimler acısından dogru,göçer toplumların yerleşik toplumlara gore bulundukları yere kök salması daha zayıf bir durum.sizinde açıklamalarınız bu anlamda örtüşüyor.roma'nin bir parçası olmalarının arkasında farklı siyasi/ekonomik nedenler yatıyor.osmanli bu anlamda Roma'ya gore tezatliklar mı içeriyor ?...ornegin Osmanlı'nın dili yok!...veya kendine özgü bir dil yaratmış,bu dilin altyapısı ve grameri yok!..devlet olmaları konusunda bu durumu nasıl açıklamak gerk?..Roma gibi ne din konusunda ne de dil konusunda hegomonik bir durum var.bu emperyal durum nasıl başlatılmış?. Yunan halkı nasıl ki Roma'nın eyaleti ise,kürtlerde Osmanlı'nın eyaleti durumundaydilar(resmi anlamda değil ) sizin ileri sürdüğünüz tezlere katılıyorum.burada 'milli zulum'u ortadan kaldirmak(mahir cayan'in tespiti)lazım.demokratik hak ve özgürlükleri,örgütlenme haklarının sağlanması gerekmektedir.bu taleplere Türklerin talepleri zaten çalışmaktadır.demokrasi geleneği olmayan Türkler bunu gerceklestirememenin sancıları içindeler zaten.demokratik bir anaysanin olmaması,sorunları demagojik demokrasi nutuklariyla çözmeye çalısmaları,secim/anayasa/c.baskanligi secim tartismaları,kürtlerin talepleri buna eklenince kriz aşılamaz duruma gelmektedir.kurtlerin derli toplu bir coğrafyada olmamaları demografik olarak dağınık durumları,feodalizmin çözümlemesi milli burjuvazi yaratmalarının önünde cok büyük engeldir.turkler nasıl ki işbirlikçi burjuvazi biçiminde emp./kapt.sisteme bağlanmışlarsa kurtlerin işbirlikçi(ittifak oldukları kurt zenginlerin,toprak ağalarının)kesimi AKP icinde bu yandasliklari tescil edilmiş durumdadır.gecmiste bu durum CHP saflarında gözüküyorlardı.(1920-50)..demokrat partinin kurulmasıyla bu denge bozuldu.
                                                                                               NEOLİTİK DÖNEM ÜZERİNE
Aslında siz günümüzden başlayarak geriye doğru sararak anlatıyorsunuz. Ben tersini yapacağım; geriden başlayarak günümüze doğru ilerlemeye çalışacağım. Neolitikten yüksek kültürlerin doğuşuna kadar olan süre bugün önem verdiğimiz değer ve kurumların oluşmaya başladığı dönemdir.Neolitiğin maddi kültürünü çalışmak çokları için sıkıcıdır. Ancak teorisi bol dönemdir. Insanın 2-3 milyon yılı bulan varlığını değerlendirdiğimizde paleolitik çağın günümüzden 13-14 bin yıl öncesine kadar dünyadaki tek yaşama biçimi olduğunu görüyoruz. Avcılık ve toplayıcılık. Anahtar kelimeler bunlar. Insanın tabiat olaylarına müdahale edemediği, ancak ona sunulanlarla idare etmek durumunda kaldığı bir dönem. Üretim aracı gibi bir kavram yok. Biri mağara adamının mülkiyeti ne olabilir? Kullandığı çakmak taşı aletler mi?Biz bir şekilde mağara devri insanlarının açlıkla ve diğer zorluklarla karşı karşıya yaşadıklarını düşünürüz. Ancak bu aslında kendi alışkanlıklarımızın dayattığı bir klişedir. Aslında modern paleolitik topluluklar üzerinde yapılan gözlemler onların günlük hayatlarında hayatta kalmayı garanti altına almak için ayırdıkları zamanın (avcılık ve toplayıcılık için) çok büyük olmadığını biliyoruz. Başka türlü sorumluluklar, örneğin sosyal ilişkiler ya da dini görevlerin yapılması da önemli bir rol oynuyordu.Pekala ne oldu da milyon yıllık paleolitik ilişkiler değişti? Neden neolitik devrim "bereketli hilal" de gerçekleşti?.Bir açıklama modeline göre buzul çağı sonrasında insan toplulukları değişen koşullar nedeniyle yeni stratejiler geliştirmeye başladı. Doğrusal düşünülen bir model bu: tarımın vehayvancılığın yerleşikliğe sebebiyet verdiği mantıklı bir neden sonuç ilişkisi gibi görünse de, aslında yerleşikliğin neolitik devrimden önce gerçekleştiğini yeni yapılan çalışmalar (90'lar sonrasında) bize gösterdi.Göbekli tepe bu garip dönemin en önemli buluntu yeridir. Buradaki stellerdeki kabartmaların ne anlama geldiğini düşünmeden önce böyle bir tesisi hiç bir metal aletin olmadığı bir dönemde nasıl oluşturulduğunu, nasıl bir iş organizasyonun, nasıl bir toplumsal yapılanmanın var olduğunu düşünmek durumundayız. Bir stelin oluşturulması ne kadar bir iş gücü gerektiriyordu? O işgücünü orada istihdam ederken onların hayatta kalması için birilerinin fazladan avlanması /ihtiyaç fazlası toplayıcılık yapması gerekiyordu. Bunun en baştan planlanmış bir iş bölümü olması gerekiyordu. Insanları bu sıkıntıyı üstlenmeye zorlayan sebep neydi? Manevi tahayyüllerin oluşturduğu baskı. Yoksa neden o taş çağı  insanları Güneydoğu anadolu bozkırında öylesine bir tesisi gerçekleştirsin?Son yıllardaki araştırmalar ritüelin neolitik devrimi tetikleyen bir eten olduğundan da söz eder. Ian Hodder adlı bir ingiliz arkeologun bu konuda yazıp çizdikleri ilginç. Der ki insan aslında büyük ritüeller için bir araya gelmek zorundaydı ve toplulukların sayısı arttıkça bunların beslenmesi için bu ritüel merkezlerin etrafında sistematik bir tarım hayvancılık yapılmaya başlandı. Ortadoğu, daha doğrusu Lübnan/antilübnan  dağları-Toroslar ve Zagroslar dan oluşan bereketli hilal denen bu çekirdek bölge yaban koyunu ve yaban tahılının da ana vatanıydı. Bu nedenle en erken kültür bitkileri bunlar oldu, bir başka bitki değil. Ritüelin gücü gerçekten büyük müydü? Ben tek cevaplı çözümlerden birazkaçınırım, bir doğru cevabı bulmak başka cevapları otomatikman yanlış yapmaz zannımca.Şimdilik bu kadar, epipaleolitik dediğimiz bu dönemler neolitiği hazırlayan dönemler oldu ve Anadolu'daki epipaleolitik içinse hiç bir model önerisi yapılmadığını söylemeden edemeyeceğim. bu da ayrı mesele
Şu an için beynim 20 yy olaylar hakkında yorum yapabilecek durumda değil. İki kavram beynimde dönüp duruyor: sequentail hierarchy ve simultanous hierarchy. Bunlardan ilkine ardışık ikincisine de eş zamanlı mı demek lazım? Derler ki alimler bunlardan ilki çok dik hiyerarşilerin oluşmadığı toplumlarda olur, diğer ise daha kompleks toplumlarda. Buradan neolitiğe dönecek olursak beklenen hiyerarşi daha "düz" basamaklaşmaların olduğu toplumlar olsa gerek. Ben aslında seneler boyu neolitik toplumlarda basamaklaşma/hiyerarşi olduğuna inanmamıştım. Bana göre sadece segmentler vardır. Bir grubun diğer grupla arasındaki bir görev farklılığı tarafında beslenen ancak belli bir alt-üst ilişkilendirmesinin çok doğru olmayacağı yapılar. BU nokatada ritüelin gücü devreye giriyor ve aslında insan hayatında hem sosyal hem de ekonomik etkinliklerin organizasyonunda "dinsel" geriplanların her şeyin önüne geçtiğini görüyoruz. Neolitik toplumların egaliter oldukları şeklinde bir efsane dolanır duru ortalarda. Bunlar sadece egaliter deği, aynı zamanda da anaerkillermiş şeklinde. Aslına bakarsanız bu da peşin fikirli halde üretilmiş kavramlar. Matriyarkallik hakkında ne biliyoruz? İk tane şişman çıplak kadın figürini bulduk diye bir dönem anaerkil demek zırvalık. Ya çatalhöyükte 7-9 bin kadar insanın yaşamasına ne diyeceğiz? Elimizde bunların egaliter olduğuna yönelik hangi bulgular var? Evlerin envanterlerine baktığımızda sosyal bir tabakalaşmaya işaret eden hiç bir şey yok. Orada burada duvar resmi, ihtimal dini amaçlar... ama bu sosyal tabakalaşma demek değil. Pekiyi neolitik yaşam kalitesinde bir düzelme getirdi mi? Şüpheli. Ekstrem bir örnek olmasına karşın Çatalhöyükte erkekler 22-23 kadınlar 25-26 yaşı bulan bir ömür sürdürüyorudu. Pek çok paleolitik toplumda bu 30lu yaşların sonudur oysa. Genelde travmaya bağlı ölümler varken neolitik insanlarının kemik hastalıklarının ardı arkası kesilmemiş. İhtimal değişen diyetten dolayı metabolizma hastalıkları, mesela şeker ve diğer gastrointestinal rahatsızlıklar baş göstermeye başladı. Aynı yerde yaşayan insanların mesela Çatalhöyük gibi sokak ve kapı kavramının dahi olmadığı bir sıklık içinde yaaşayan bir topluluğun hijyenanlayışını tahayyül etmek zor değil. Enfeksiyon hastalıklarının da artmış olması pek muhtemel. Ya ya, her sene bir iki saf öğrenci çıkar o zamnalarda insanların daha uzun yaşadığına inanan. Sebep kanser yok, oysa ki insanlar aslında kanser olacak kadar uzun yaşamıyorudu.bir de insanı yaradılışın zirvesinde sanan anlayış var tabii. Kendikendine doğum yapmayı beceremeyen, doğum sırasında bebek ters geldi, kanama oldu mikrop kaptı, rahim ağzı açılmadı vs vs sebepten bir sürü kadın öldüğünğn farkında değiliz, bizden başka hiç bir memeli doğurma konusunda bu kadar beceriksiz değil.Neyse, dağıtmayalım. Yani aslında bakış açısına bağlı olarak neolitiğin nesini devrim olarak değerlendirip değerlendiremeyeceğimiz tartışılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder